EdebiyatGörsel SanatlarHobilerKültürSanatYaşam

Türk Tiyatrosu’nun 150 yıllık macerası

Geleneksel dönemden ayrı olarak tiyatro tarihi üç safhada incelenebilir.

1839′ dan 1908′ e kadar olan döneme Tanzimat tiyatrosu , 1908 den 1923’e kadar sürece Meşrutiyet tiyatrosu ve 1923’ten sonrasına ise Cumhuriyet tiyatrosu denilir. Türkiye’de Batılı anlayış çerçevesindeki tiyatrolar 1839’da Tanzimat’la başlamıştır. Sonraki dönemde tiyatroya, 1908’de ikinci Meşrutiyeti’in ilanı ile “Hürriyet düşüncesi” hakim olmuştur. Bu adı gecen dönemler her ne kadar siyasi özellik taşısalarda tiyatronun gelişmesinde bu dönemlerin önemli etkileri bulunmaktadır. Batıdan gelen bu yenilik, sosyal hayat ve eğlence anlayışının değişmesine neden olmuştur. Dolayısıyla tiyatro toplum hayatında yapısal değişikliklere sebebiyet vermiştir. Avrupadan gelen opera topluluklarının verdiği temsillere, ilk zamanlar İstanbul’da bulunan elçilerle Avrupa görmüş Türkler rağbet ederken ilerki yıllarda çoğu kişi Avrupalılaşma modasına uyarak tiyatroyu yakından takip etmeye başlamıştır.

Asıl tiyatro çalışmaları Güllü Agop adlı Ermeni asıllı bir vatandaş tarafından başlatılmıştı. 1867’de “Osmanlı tiyatrosu” adını verdiği tiyatroda Avrupa’dan uyarlanan piyesler, çeviriler oynatıldı. Tiyatroya Müslüman yazar, oyuncu ve seyirci kazandırılması amacıyla Beyoğlu yerine, halka daha yakın olan Gedikpaşa Tiyarosu açıldı. Böylece Rumlar ve Ermenilerin yanısıra, Müslüman Türkler de tiyatroyla ilgilenmeye başladılar. Osmanlı döneminde, Müslümanlar arasında tiyatrolarda sahne almak pek itibarlı mesleklerden sayılmazdı. İkinci Abdülhamit döneminde sahneye çıkan Ahmet Fehim Efendi ‘den sonra tek tük bazı Türk asılı erkek oyuncular görülmüşse de kadın oyuncuların tümü, Ermeniler ve Rumlar arasından çıkmaktaydı. İkinci Meşrutiyet’le birlikte tiyatro etkinliklerinde ve yazılan oyunlarda önemli artışlar yaşanmış pek çok tiyatro topluluğu kurulmuştur.
Tiyatronun gelişmesi yolunda atılan en önemli adımlardan biri de, 1914 yılında Darülbedayi’nin kurulmasıdır. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın temelini oluşturan kuruluş önce konservatuar olarak kuruldu. Türkiye’nin Tiyatro macerasında “tiyatro zevkini aşılayan ilk müessese, ilk sahne” nitelemesiyle dönemin basınında oldukça yer tutmuştu. Fakat bir yıl sonra Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine çalışmaları sekteye uğramıştır. 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesi, tiyatro alanında özellikle kadın oyuncuların sahneye çıkması konusunda dönüm noktası olmuştur. Bu dönemin şartlarında tiyatronun kalıcı olmaması; teknik eksiklikler, yeterince prova yapılamaması, dekor, ışık , kostüm, bilgisizlik gibi nedenlere bağlanmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında seyircilerde tiyatro kültürü pek yoktu. Tiyatroya geç gelenler, gürültü yapanlar, fındık , fıstık yiyenler vardı. O yılların tiyatro dergilerinde bu tür meselelerle ilgili yazılara rastlamak mümkündür. Hatta Muhsin Ertuğrul, bu davranışları önlemek amacıyla ”Tiyatro Adabı” başlıklı bir bildiri yayımlamıştır.
Bu Dönemde tartışılan bir mesele de “Yaygınlaşan sinema, tiyatroyu ortadan kaldıracak mı?” sorusudur. Sinema hayatın içinde tahminlerden daha ötede bir yer tutar. Dönemin başında artistlerin ve sinema haberlerinin bolca yer almasının yanında, gösterimdeki filimler önceki bir sahne ile gazete reklamının da yerini alır. Sinema, tiyatro üzerinde o dönemlerde fazla etki oluşturmaz, çünkü o dönemde sinemada ses yoktur. Yani sinema salonlarında sessiz filmler oynatılmaktadır. Bu etkiyle, dönem dergilerinde ”Sinemada görülen yeni filmlerin tiyatroyu tehdit ederek yok edeceğine şüphe yoktur” şeklinde yapılan yorumlar göze çarpmaktadır. Fakat o dönemden günümüze kadar tiyatro hayatiyetini sürdürse de yetiştirilen sanatçı sayısı, sahne ve bütçe olanakları çağdaş tiyatronun belli bir çevrenin dışında seyirci edinmesine imkan vermemiştir.

Kaynak : Zeynep Didem Gezgin / yukselentv.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir